Tarih: 19.05.2025 11:06

Bir Milletin Kuruluş Mücadelesi ve Yıkım Süreci: İki Farklı Yolun Hesabı

Facebook Twitter Linked-in

Bir Milletin Kuruluş Mücadelesi ve Yıkım Süreci: İki Farklı Yolun Hesabı

“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”

Bu cümle yalnızca bir ilke değil, bir milletin karanlıktan aydınlığa yürüyüşünün omurgasıdır. 1919’un haziranında, işgal altındaki Anadolu’da, bir avuç inananın omuzlarında yeşeren bu cümle; toprağa, millete, geleceğe sahip çıkmanın andıdır. Mustafa Kemal Atatürk, o yıl Samsun’a çıktığında yanında ne bir ordu vardı ne de bir devlet aygıtı. Elinde sadece halkın yitirilmiş umudu ve içindeki inanç vardı. Bu inanç, işgal altındaki bir vatandan, bağımsız bir cumhuriyet doğuracak kadar büyüktü.

Cumhuriyet: Küllerinden Doğan Milletin Adı

Atatürk, zaferi yalnızca cephede aramadı. Zihniyette, eğitimde, adalette, ekonomide kurdu Cumhuriyet’i. Ordusunu bilimle donattı, milletini irfanla ayağa kaldırdı. Halka unutturulan “vatandaşlık” şuurunu yeniden hatırlattı.

İmparatorluğun enkazından doğan bu yeni rejim; kulluğa değil yurttaşlığa, biata değil akla, saraya değil meclise yaslanıyordu.

Kadın haklarından laik eğitime, ekonomik bağımsızlıktan sanayi hamlelerine kadar atılan her adım, Anadolu’nun dört bir yanına umut tohumları serpti. Türkiye Cumhuriyeti, sadece bir devlet değil, onurla, alın teriyle, kanla kurulmuş bir halk sözleşmesiydi.

Ama bu topraklarda hiçbir kazanım ebedi sayılmazdı.

Bir Cumhuriyetin Aşındırılışı: 2002 Sonrası Yeni Bir Yol

Cumhuriyet’in 80 yıllık birikimi, 2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde adım adım, sistematik bir şekilde sökülmeye başlandı. Başta umut vadeden bu siyasi hareket, zamanla kendi bekasını milletin bekasının önüne koydu.

Toplumu birleştirmek yerine ayrıştıran bir dil kullanıldı.

“Kardeşlik” söylemiyle gelenler, muhaliflere “hain” damgası vurmaktan çekinmedi.

Milli irade söylemi, sadece sandıktan ibaret kılındı.

Seçilenler, kendilerini milletin efendisi sandı.

Hukuk, yargı, basın, akademi birer birer kuşatıldı.

Cumhuriyet'in temel direği olan laiklik, “din düşmanlığı” olarak yaftalandı. Oysa laiklik, inanç özgürlüğünün de garantisiydi. Ama iktidar, dini siyasetin aleti hâline getirdi. Tarikatlar ve cemaatler eliyle devletin damarlarına sızıldı. En trajik örnek, 15 Temmuz 2016 gecesi yaşandı. Milletin vergisiyle donatılan silahlar, millete çevrildi. Ne var ki bu ihanetin bedeli yeterince sorgulanmadı. Çünkü akıl hâlâ karanlıkla ittifaktaydı.

Ekonomide Bağımlılık: “Tam Bağımsızlık”tan Vazgeçiş

Atatürk’ün “Tam bağımsız Türkiye” ideali, yalnızca siyasi değil, ekonomik bir duruştu. Oysa AKP döneminde Türkiye, dış borç batağına saplandı. Yerli üretim bitirildi, ithalat cenneti hâline getirildi.

Milyarlarca dolarlık kamu varlığı Varlık Fonu aracılığıyla elden çıkarıldı.

Devlet, kendi fabrikalarını kapatıp yabancı markaların distribütörlüğüne razı oldu.

Gururla kurulan şeker fabrikaları, et kombinaları, çimento tesisleri özelleştirme adı altında satıldı.

Köylü, artık “milletin efendisi” değil; banka borçlarına ezilen, ithal gübreye mahkûm edilen bir yabancıya dönüştü.

Göç Politikası: Kimliksizleşen Bir Coğrafya

Bir başka yıkım dalgası da kontrolsüz ve bilinçsiz göç politikasıyla geldi.

Suriye iç savaşının ardından milyonlarca sığınmacı Türkiye’ye akın etti. Başlangıçta “ensar” naralarıyla meşrulaştırılan bu geliş, zamanla sosyal, ekonomik ve kültürel bir krize dönüştü.

AKP hükümeti, AB ve uluslararası kuruluşlardan aldığı finansal destek karşılığında sınırlarını sınırsızlığa açtı.

Mülteciler, yalnızca şehirlerin demografik yapısını değil, ülkenin sosyo-politik dengesini de sarstı.

Kimliksiz, kontrolsüz, hesaplanmamış bir nüfus; vatandaşın güvenlik duygusunu yok etti.

Bugün bazı şehirlerde Türkçe konuşmak azınlık dili hâline geldi.

Bir milletin sınırlarını yalnız haritayla değil, aidiyetle, dil birliğiyle, kültürle çizdiği unutuldu.

Bu durum, sadece geçici bir insani kriz değil, uzun vadeli bir çözülme ve asimilasyon sürecidir. Cumhuriyet’in “tek millet” ülküsü, çok uluslu bir kaosa kurban edilmektedir.

İki Yolun Hesabı: Kurmak mı Yıkmak mı?

Biri cephede, karanlıkta, yoklukta bir ülke kurdu.

Diğeri sarayda, şatafatta, korkuyla o ülkeyi çözmeye başladı.

Biri milleti ayağa kaldırdı, diğeri koltuk için milleti böldü.

Biri aklı, adaleti, liyakati kutsadı; diğeri sadakati, biatı, itaati ödüllendirdi.

Bu millet, bir asır önce ayağa kalkarken ne saray aradı ne cemaat.

Ama bugün devletin tüm hücreleri ya bir kişinin iradesine ya bir yapının telkinine terk edildi.

Atatürk’ün milletle kurduğu Cumhuriyet, bugün çıkar ilişkileriyle ayakta durmaya çalışan bir yapı hâline getirildi.

Son Söz Yerine: Hangi Sessizlikle, Hangi Korkaklıkla?

Eğer bugün hâlâ ayaktaysak, hâlâ yazabiliyor, konuşabiliyor, direnebiliyorsak bu, Atatürk’ün kanla, alın teriyle kurduğu Cumhuriyet sayesindedir. Ama bu miras, her gün biraz daha aşındırılıyor.

Ve bizler, bu yıkımı yalnızca izliyoruz.

Şimdi herkesin sorması gereken soru şudur:

Gazi’nin kanla yazdığı bu destanı biz hangi suskunlukla, hangi korkaklıkla silinmeye bırakıyoruz?

Sevgiyle

Leyla Yıldız Atahan




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —