Şehitlerin Gölgesinde: Vatanın Eteklerine Sızan Utanç
Bu toprakların her karışına düşmüş bir isimsiz kahraman yatar.
Sarıkamış’ta donan Mehmetçik…
Çanakkale’de süngüsüz, duasıyla mevzi tutan delikanlı…
Kurtuluş’ta, eli boş ama yüreği dolu halkın içinde yanan isyan…
Ve daha dün, Cudi’de, Gabar’da, Tendürek’te, Afrin’de vatan için gözünü kırpmadan toprağa düşen aslan yürekli çocuklar…
Onlar bu topraklara “vatan” diyebilelim diye canlarından geçtiler.
Bir zamanlar, Mustafa Kemal, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” derken kast ettiği, sadece coğrafya değildi.
O satıh, bu halkın namusu, inancı, tarihi, geleceği ve onuruydu.
Bugün o sathın üzerinde oturanlar, dün vatan için can verenlerin hatırasını hiçe sayarak, o sathı masalarda kirletmeye cüret ettiler.
Bebek katili bir teröristle aynı masaya oturulması, sadece siyasi bir gaflet değildir.
Bu, bin yıllık Türk devlet geleneğine atılmış kara bir lekedir.
Malazgirt’te Alparslan’ın at sürdüğü ovaya, Kosova’da Murad Hüdavendigâr’ın şehit düştüğü toprağa, İstanbul’u fetheden Fatih’in rüyasına, Çanakkale’de kanla yazılan destana, Sakarya’da, Dumlupınar’da, 15 Temmuz’da tankların önüne yatan yiğitlere yapılan açık bir ihanettir.
Hatırlayın…
Bir devletin büyüklüğü, düşmanıyla pazarlık masasında değil, şehidinin kanını yerde bırakmamasında ölçülür.
Osmanlı, Celali isyanlarını bastırırken zalimle anlaşmadı.
Selçuklu, haçlı ordularına karşı diz çökmedi.
Cumhuriyet, bölücülüğe pirim vermedi.
Ama şimdi?
Şimdi devlet adına konuşanlar, bir katilin mektubunu okuturken utanmadı.
O mektubun okunmasıyla birlikte, Eren Bülbül’ün, Aybüke Öğretmen’in, Necmettin Yılmaz’ın ruhu bir kez daha yaralandı.
(Belge 1): 2013 yılında Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve PKK lider kadrosu arasında yapılan Oslo Görüşmeleri'nin sızan kayıtları, Türk devlet geleneğinde daha önce örneği görülmemiş bir diplomatik zafiyeti ve terörle “pazarlık” düzeyinde yürütülen bir süreci ortaya koymuştur. (Kaynak: Taraf Gazetesi, 2011; The Times, Wikileaks belgeleri üzerinden doğrulanmış kayıtlar)
(Belge 2): 21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır Nevruz mitinginde Abdullah Öcalan'ın mektubu bizzat devletin bilgisi ve izniyle okunmuş; bu metinde terör örgütü “yeni bir dönem” olarak silahlı mücadeleden çekilme ifadesiyle değil, “Türkiye’nin demokratikleşmesi için siyasi mücadeleye geçme” propagandasıyla meşrulaştırılmıştır. (Kaynak: Anadolu Ajansı, 21 Mart 2013; TRT Arşivi)
Bu nasıl bir aymazlıktır ki;
Şehit aileleri hâlâ mezar başında nöbet tutarken, bazıları dağdan inenlerle şehre birlikte yürümekte bir sakınca görmüyor.
Bu nasıl bir ihanettir ki;
Yıllarca pusu kuran, askerimize kurşun sıkan canilere “barış elçisi” muamelesi yapılıyor.
Barış…
Hangi milletin evladına ateş açanla olur?
Barış bir onurdur, teslimiyet değil.
Barış, suçluya af demek değildir;
Barış, masumun hakkını koruyacak cesareti gösterebilmektir!
Her yıl Şehitler Haftası’nda, şanlı bayrağa sarılmış bedenleri hatırlarız.
Ama bu yıl… Bu yıl yüreğimizde bir başka yangın var.
Çünkü şehidin emaneti olan bu vatan, teröristlerle kirli pazarlıkların zemini yapılmak isteniyor.
(Belge 3): Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına 2014 yılında giren bazı ifadelerde, dönemin hükümeti tarafından yürütülen "çözüm süreci" kapsamında, PKK mensuplarının sınır dışına çıkmalarının denetlenmediği, “çekilmenin kontrolsüz olduğu” bizzat devlet kurumlarınca kabul edilmiştir. (Kaynak: TBMM Genel Kurul Tutanakları, 2014/78)
Yazık…
Bir devlet, bir millet, bir medeniyet;
Kanla yazdığı tarihi, kalemle kirletmeye çalışıyor.
Ama unuttukları bir şey var:
O şehitlerin ahı…
Bir gün Öcalan’a özgürlük isteyenlerin boynunda bir urgan gibi dolaşacak.
Çünkü bu milletin duası bedduaya dönerse,
O dua değil, destandır.
O beddua değil, tarihin lanetidir.
Vatan, bir anlaşma kağıdına değil, bir kefene sarılı bedenin sessiz haykırışına imza atar.
Ve o imza, kıyamete kadar silinmeyecek kadar derindir!
Şehitler haftasında aziz şehitlerimiz, bir kez daha rahmet ve minnetle yad ediyorum…
LEYLA YILDIZ ATAHAN